Pazar , 20 Nisan 2025

ÖNCE ÖP SONRA ÖLDÜR BENİ: GÖLDEKİ YABANCI – STRANGER BY THE LAKE

 

Yönetmen Serdar Gözelekli, GZone için geçtiğimiz yılın en sevilen eşcinsel temalı filmlerinden GÖLDEKİ YABANCI (STRANGER BY THE LAKE-L’INCONNU DU LAC)’yı yazdı.*

Stranger by the lake, orjinal adıyla l’inconnu du lac, 2013 yapımı bir Alain Guiraudie filmi. Cannes film festivali gösterim kategorisi – un certain regard- da dahil olmak üzere birçok festival jürisini ve seyircisini tabir-i caizse dumura uğratmış ve büyülemiş bir fransız yapıtı.

 

Bazı sinefillere göre 2013 ün en iyi filmleri arasında sayılan film, yönetmen Guiraudienin altıncı göz ağrısı(!) ve bir ayağı sağlamca yerde, diğeri koca bir bulutun üzerinde, bol ödüllü, son filmi.

 

Ses ve seks getiren filmler kategorisine üst sıralardan giriş yapan “Göldeki yabancı”, bol çıplaklık, gerilim ve cinsel hazzın çevresinde dolaşan sıkı bir hikaye. Bütün bunların dışında bir aşk cinayetinin doğurduğu başka bir “aşk ve çark hikayesi”

 

Senaryosu yine yönetmenin cesur kaleminden, bir göl kıyısına doğru yola çıkarak perdede hayat buluyor. Cesur diyorum çünkü filmde bir eşcinsel ilişkinin her evresine şahit olmak mümkün.

Ön sevişme-giriş-gelişme ve mutlak sonuç/boşalma evrelerini , kimilerini rahatsız edebilecek, kimilerini ise hayran bırakacak şekilde ve sadelikte, altını çizmeliyim – bol bol- kullanan yönetmen, hikayeyi öyle bir kurguda işliyor ki tek mekan filmi olduğunu izlerken unutup kendimizi göl kenarında çırılçıplak güneşlenirken buluyoruz.  Evet film tek bir mekanda –sainte-croix gölünde geçiyor.

 

Fransız dizileriyle ünlenen Pierre Deladonchamps, “frank” karakteriyle başrolün hakkını vermiş diyebilirim. Basit ama bir o kadar da etkili oyunculuğu,  aktörün kucağına -birçok adaylık sonrası- “cineuphoria” ve “cesar” da en iyi aktör ödüllerini düşürmüş.

 

Konusuna gelirsek; (Bu yazının devamı filmle ilgili sürpriz gelişmeleri içermektedir)

Film, Frank karakterinin gölde kaba tabirle “çarka”, kibar dille “partner arayışına” gelmesiyle başlıyor. Göl kenarında güneşlenen ve birbirlerini izleyen nudist eşcinsellerin arasından geçerek kendine güneşlenecek bir yer buluyor.  Bizde yanına kuruluveriyoruz. Burada kendinden yaşça büyük Patrick d’Assumçao nun canlandırdığı “henri” abimizle tanışıyor. Bana göre filmin en tiplemesi olan Henri, garip ve analizi zor bir karakter. Eşcinsel değil ama buna rağmen sürekli göl kenarında. Henri ve Frank’in sohbetlerinden göl ve çevresi hakkında bilmemiz gereken kuralları ve hikayeleri öğrenirken, Frank, gözüne bir başka eşcinseli kestiriyor ve aşık oluyor. “Michel” Aslında “Michel ve sevgilisi”.

 

Michel ve sevgilisi gerçeğiyle yüzleşen Frank, bir yandan gölün etrafında gezinerek bize sevişen eşcinselleri tanıtırken diğer yandan Michel ile bağlantı kurmaya çalışıyor ve başarıyor. Yönetmen’in cesareti biraz orman içindeki bu sahnelere dayanıyor-ki bütün film boyunca çıplaklık seyirci için sorun olmaktan çıkmışken, birleşmenin en ince ayrıntısına kadar görmek bizler için biraz şok etkisi yaratıyor.

 

Bam!

 

Ama alışıyoruz.

 

Filmin seyiri Michel’in sevgilisini gölde boğarak öldürmesi ve ona aşık olan başrolümüz Frank’in buna şahit olmasıyla değişiyor. Bir Bam! daha derken yönetmen yumruklarını ardarda sıralıyor.

 

Frank ve Michel beraber oluyorlar.

 

Frank’in aşkı gördüğü cinayet üzerine enteresan bir şekilde daha da perçinleniyor. Maktül sevgilinin cesedinin bulunmasıyla işe birde dedektifler katılıyor. Bu devrede Frank çoktan katile aşık olmuş ve dolayısıyla bunu dedektiflerden saklıyor.

 

Gerilimi aynı seviyede tutarak alkışı hakeden yönetmen, filmin sonuna kadar bize “Henri” karakterinin önemini, Frank’in bilinçaltı yaralarını, Jeffrey Dahmer kılıklı katil “Michel” in ne kadar iyi seks yaptığını, ormanda bu kadar eşcinselin arasında eli aletinde gezen zavallı yalnız bir adamı –ki bize bu sapıklık(!) olarak sunuluyor-  anlatarak bizi her izleyicinin yıllardır sorduğu ve her filmde de soracağı klişe soruya yönlendiriyor.

 

“Peki şimdi ne olacak?”

 

Filmi izlediğinizde bu sorunun bir anlamı kalmadığını anlayacaksınız. Öyle bir durum yaratılmış ki, hayran olmamak ve nefret etmemek imkansız. Ters köşe beklerken yönetmen sizi bir çember’e sokuyor ve çemberi daraltmak yerine genişletiyor. Çember o kadar genişliyor ki kendinize sorduğunuz sorular da kaybolup gidiyor.

 

Göreceli kavramlar olan “iyi ve kötü”nün yanına bir de “aşk” ekleniyor.

 

Homoseksüel ya da heteroseksüel olun, farketmez. Gösterişten uzak ve sizi bir kum torbasına dönüştüren bu filme bir şans verin derim.

 

*Bu yazı, GZone’un Eylül 2014 tarihli dergisinde yer almıştır.

Buna da bakın

TUĞBA BADAL YAZDI: BİZ SİZİN DERDİNİZİ DE, DEVRİNİZİ DE MÜZİKLE SİLKELEYECEĞİZ!

Halk arasında bir laf vardır, derdini diye başlar. Bildiniz! Bize dert oldunuz ama biz sizin …