GZone Dergi Müzik yazarı Mert Bell, SONBAHAR İÇİN MÜZİKAL ÖNERİLER’ini Ekim 2017 sayımız için kaleme aldı.
İşte bu yazı:
Her yıl olduğu gibi yaz sonu itibariyle durulan müzik piyasası Ekim ayı ile hafiften tekrar hareketlendi ve yeni albümler ile onların habercisi tekliler sararmış yapraklar misali etrafımızı sarmaya başladı (lütfen bu metaforu kullandığım için yazıyı terk etmeyin).
Popçuların kenara çekildiği bu dönemde Vega 12 yıl süren azap verici suskunluğunu bozdu ve yeni albümleri “Delinin Yıldızı”nı patlatıverdi.
Vega albümü ile ilgili her yerde çokça yazılıp çizildi zaten, hatta onlar bile şaşırdılar bu kadar beklenip özlendiklerine. Benimse albümle ilgili bir kocaman artım, bir de kocaman eksim var. Artım; solist Deniz Özbey’in bala bulanmış hatta baldan daha tatlı olan sesinin yıllar içinde azıcık bile yıpranmamış olması. Çünkü siz de benim gibi Deniz’in sesine aşırı hayran bir dinleyiciyseniz ondan ne şarkı söyleseniz hoşunuza gidecektir. Albümün eksisi ise bunun öncekilerdeki “Uçları Kırık” ve “İz Bırakanlar Unutulmaz” gibi ölümcül etkili bir şarkı içermiyor oluşu. Evet, açılışı yapan “Delinin Yıldızı” ve “İsim-Şehir” kulağı hemen yakalıyor, “Sevgilim” bilhassa finaldeki konuşmalı bölümüyle kalbinizi tutuveriyor ya da “Dünyacım” ve “Arzuhal” ile istemsizce yandan yandan gülümseyerek kırıtıyorsunuz ama dediğim gibi burada bir “Bu Sabahların Bir Anlamı Olmalı” yok. Hoş, olmalı mı onu da bilemiyorum ama sırf bu sebepten belki ben, Deniz’in sesiyle tam bir zıtlık yaratan, en direkt ve agresif şarkılar “Dertler İri Kıyım” ve “Sonunu Söyleme Bana”ya bayıldım.

Hiç huyum değildir bilirsiniz ama pop-rock’tan devam etmek zorundayım çünkü hepinizin Ars Longa’dan haberdar olması gerekiyor. Kendilerinin 2015 tarihli ilk albümü “Günler”i öve öve bitirememiştim. Onlar da arayı çok açmadan yeni albümlerinin ilk teklisi “Yüreğim İmparator”u yayınladılar. Bu şarkıyı hangi arkadaşıma gönderdiysem içindeki “bana hava hoş bebeğim” cümlesiyle birlikte şarkıya bayılıverdi. Ars Longa’ya başlamanız için bu şarkı harika bir fırsat.
Popçuları da es geçmek olmaz elbette. Büyükler kategorisinden Ziynet Sali ve Nil Karaibrahimgil yakın zamanda yeni şarkıları ile aramıza döndüler. Her ikisinin şarkılarının da (sırasıyla “Ağlar mıyım? Ağlamam” ve “Vah ki Ne Vah”) iyi olduğunu ama kesinlikle bir sürpriz içermediğini söylemem gerek. Sali’nin artık tastamam bir J-Lo kopyası olduğu, Nil’inse karizması ve dansı ile kendini izlettiği videoların çok daha ilgi çekici olduğu aşikar.
Enteresan bir şeyler dinlemek isteyenlere ise önereceğim 3 isim var:
Birincisi; Gökçe Elginer. Gazetelerde kendisinin 51 kilo verdiğine dair haberleri okumuşsunuzdur. Ama bundan çok daha büyük başarısı, Alper Narman ve Onur Özdemir ikilisinden çıkış şarkısı olan “Serseri”yi almak olmuş. Elginer’in kendisini hemen fark ettiren, enteresan, puslu bir ses rengi var. Ozan Bayraşa’nın her zamanki özenli aranjesi de Elginer’in nazal ve yer yer lezzetle çatlayan sesiyle uyum halinde. Piyasanın genelinden farklı, daha taze tınlayan bir r&b-pop-dans şarkısı dinlemek istiyorsanız benim gibi “Serseri”nin yörüngesine giriniz.
İkinci isim Mert Demir ise sözü, bestesi ve düzenlemesi kendisine ait ilk şarkısı “Uyan” ile daha ilk dinlemede kanıma girdi. Biliyorsunuz doğulu (hatta çoğu zaman arabesk) melodileri elektronik altyapılar üzerinde dinlemeyi çok sever olduk. Demir’in yaptığı ise bu sentezi yaratırken ortaya birinci sınıf bir iş çıkarmak diyebilirim. Üstüne bir de bu türde çok alışık olmadığımız tarzda, çok yönlü bir vokal performansı da sergilemiş. Gayet karizmatik bir genç olduğunu da belirtmeden geçmeyeceğim.
Mert Demir ile benzer bir zihniyetle ama daha pop odaklı bir şarkı ile yurtdışında şansını deneyen Atiye’nin “Radiant Night”ı ise gecelere akmadan önce dinlediğiniz yabancı şarkılar listenize rahatlıkla girebilecek kadar sağlam bir dans şarkısı.
Madem yabancı şarkılara daldık orayı da biraz karıştıralım. Benim ve benim gibi tüm yılanların kraliçesi Taylor Swift’in yeni albümü “Reputation” için biraz daha zaman var (10 Kasım). Ama kendisi Ağustos sonundan bu yana; aleni yılanlık beyanı “Look What You Made Me Do”, ateşli ponpon kız marşı “…Ready For It?” ve (henüz servis ettiği) sevimli “Gorgeous” ile heyecanımızı diri tutuyor.
Henüz bugün piyasaya çıkan 3.solo albümü “Glasshouse” ile de İngiliz bülbülü Jessie Ware yetişkin-popun ne kadar leziz olabileceğini bir kez daha ispatlayacak gibi görünüyor. Swift’e benzer şekilde o da albüm öncesinde 3 şarkı yayınlamıştı. 70’lerden fırlayıp gelen nefes kesici “Midnight”, bossa-nova güzellemesi “Selfish Love” ve “Alone” evlenip çocuklanan Ware’in daha az maceracı bir sound peşinde olduğunu gösteriyor ama albümü baştan sona dinlemeden de karar vermemek lazım.
Albümü baştan sonra dinlenesi kesin bir kişi var ki o da Kelela. Etiyopya asıllı Amerikalı şarkıcının bugüne dek çıkardığı kafalara seza bir mixtape (“Cut 4 Me”) bir de EP (“Hallucinogen”) bulunuyordu. R&B müzik bilhassa son 10 yılda ağız sulandırıcı bir dönüşüm geçirerek kendi alternatif alt türlerini yarattı. FKA Twigs, Tinashe, SZA ve Kehlani gibi müthiş yetenekli kadınlar sağ olsunlar; yerlerde süründürmeli, baştan çıkarmalı, yürek parçalamalı bir sürü şarkı dinlemiş olduk. Kelela da 14 şarkıdan oluşan ilk albümü “Take Me Apart” ile (kimi yerlerde tempo fazla durağanlaşsa da) hem sesinin hem de karizmasının tutsağı ediyor. Bilhassa açılıştaki en güzel Janet Jackson anlarından bile daha güzel olan “Frontline”, en güzel Aaliyah anları ile yarışan “Waiting”, gümbür gümbür bir cinsellikle çağlayan isim şarkısı, temponun en yüksek noktası ilk tekli “LMK”, ikinci tekli olması gereken “Onanon” ve albümün en güzel bestesi ve hikayesine sahip “Better”a şans vermelisiniz.
Dans etmek isteyenlere ise tek önerim Tove Lo’nun yeni albüm müjdecisi “Disco Tits” olacak. Lo’dan beklediğiniz ateşli ve edepsiz şarkının tam karşılığını bulacaksınız, garanti ediyorum.