Türkiye’nin ilk ve tek eşcinsel yaşam ve kültür dergisi GZone yayın hayatına başlayalı tam bir yıl ve 12 sayı geçti. 13.sayımızın kapağını 1.yaşımızı kutlamaya ayırdık ve her daim güzel, her zaman güçlü bir pop star olan Yeşim Salkım bize katıldı…
#iyikidoğdunGZone dediğimiz yeni sayımızın bu kapağında Yeşim Salkım’a, Andrew Christian iç çamaşırlarını temsil etmek üzere Türkiye’den seçtiğimiz Trophy Boy’umuz Mutlu Balıkçı eşlik etti. Bu muhteşem çekimde fotoğrafları Fatih Demir çekti ve Yeşim Salkım, Kerem Can Dum mode editörlüğünde, Cihan Nacar’ın benzersiz mayolarını giydi.
Bu özel çekimin yanı sıra Gzone okurlarına için özel açıklamalarda bulunan Yeşim Salkım ile özel hayatından, LGBTİ haklarına kadar birçok merak edileni konuştuk. İşte o röportaj:
Ropörtaj: Murat Renay & Onur Özışık
Fotoğraflar: Fatih Demir
Mayo: Cihan Nacar
Moda Editörü: Kerem Can Dum
Saç: Faruk Eldem (MOS Kuaför-Bebek)
Makyaj: MOS Kuaför-Bebek
Türkçe pop müziğin atağa geçtiği 90’lı yılların ilk döneminden beri hayatımızda olan Yeşim Salkım, hem şarkıcılığı hem oyunculuğu hem de güçlü kişiliği ile adından söz ettirdi.
Ferzan Özpetek’in yakın arkadaşı olan ve en fazla örnek aldığı yıldızın en büyük gey ikonlardan Cher olduğu Yeşim Salkım aslında LGBTİ dünyasına hiç de uzak bir isim değil…
Yeşim Salkım’la neden bunca zaman bir araya gelmediğimiz için hayıflandık ve 1.Yaşımıza özel sayımızda onunla, sanat hayatını, aşklarını, evliliklerini ve elbette LGBTİ haklarını konuştuk…
Yeşim Salkım denince hep sert ve güçlü bir kadın görüyoruz. Hatta kimilerine göre agresif de denebilir? İmajınız mı böyle yoksa siz gerçekten mi böylesiniz?
Bunun bir sakıncası olduğunu düşünmüyorum. Sert görünmüyorum bence. Çok iddialı ve inatçı görünüyorum. Huysuz bir kadın değilim mesela. Böyle görünmeyi de seviyorum. Çünkü keşfedilemeyen insanlar merak uyandırır. Bir insanda her şeyi keşfettiğin zaman çok önemi kalmıyor. O keşfedilememiş şeyin olması belki de beni ayakta tutuyor.
Çok uzun yıllar, 1994’teki ilk albümünüz öncesinde de özellikle İzmir’de sahne programları yaptınız ve ailenizi geçindirmek için çok çalıştınız. İzmir’in yeri nedir sizin için?
İzmir benim hayatımdaki dönüm noktam aslında. Orada ilk Akrep Nalan’la Küfe’de sahne almaya başladım. Sonra Çeşme’de 9,5’ta şarkı söylemeye başladım.
Şarkıcılık babadan gelen bir istekle mi oldu?
Babam aslında hiç şarkıcı olmamı istemedi. Babam zaten çok çalıştığı için benim çocukluğum anneannem ve dedemle geçti. Anne-baba ile birlikte çok büyüyemedim ama çok sevgi dolu bir ailede büyüdüm. Babam bana bu piyasaya girerken “Duygusal bir yapıya sahipsin ve ileride çok üzüleceksin” dedi. Konservatuar sınavlarıma bile gelmedi.
Müzikten dolayı üzüldünüz mü cidden?
Çok! Ama belki o üzüntü salt müzikten değil de ünlü olma halinden dolayı olabilir…
Üzülmeyenin de olduğunu düşünmüyorum zaten. O bana has bir şey değil. Türkiye’de ünlü olmak çok zor. Gerçi hangi mesleği yaparsanız yapın, Türkiye’de o mesleği icra etmek zor. Gidin herhangi bir meslek dalından bir insanla konuşun, yaptığı işe zor diyecektir. Doğrudur da.
Kadın şarkıcı olmak biraz daha mı zor?
Tabii ki daha zor. Çünkü biz biraz ataerkil geçinen ama aslında çok anaerkil büyüyen toplumların çocuklarıyız. Kadınlar bir meta gibi görülüyor. “Yeşim Salkım” görülüyor ve o elde edilmeye çalışılıyor. Elde edildikten sonra da kıymetin kalmıyor. Evde “Yeşim”in sen çünkü. Seni her halinle görüyor. Mesela Marliyn Monroe’nun hayatında da bu dönem vardır. Kendini eve kapatıp ev kadını olmak istediği zamanlar. Bu dönemi yaşadıktan sonra onu ziyarete gidenler şoka girmiştir çünkü artık o hayallerindeki tapılan kadın değildir.
Arkadaşlarım hep bana “karar ver, ev kadını mı olacaksın şarkıcı mı?” derlerdi. Ben bunu kararını verdim artık. Geç oldu ama verdim.
Türk Pop müziğinin 90’lardan bu yana en önemli şarkıcılarından ve aslında en çalışkan şarkıcılarından birisiniz. Çalışmadığınız dönemler de oldu.
Evet. 3 sene çalışmadım.
Evet o çalışmadığınız dönemki evliliğinizdeki “prenses” imajıyla hatırlanmak sizi üzüyor mu? Size o tip yakıştırmalar da yaptılar. Sizce bu imajı yıkabildiniz mi?
Ben hep prensestim ama ya… Orada bir yanlış anlaşılma var. Ben hep babamın prensesiydim. Daha 4 yaşındayken fotoroman kraliçesi seçilmiştim. Dolayısıyla bir adamla evlendim diye bana “prenseslik” ünvanı verilmiş olamaz. Bunu kabul etmiyorum hatta hakaret sayarım.
Yani aslında “prenses” derken sizi “dokunulmaz” “ulaşılmaz” veya “kibirli” olarak algılamış olabilirler mi? Ondan bahsediyorum aslında…
Bizim toplumuzda şöyle bir şey var. Herkesin dünya görüşü kendi kabı kadar. Sizi bir yere konumlandırıyorlar ve sonrasında da “biz ona ulaşamıyoruz” diyorlar. Ben de çok zengin bir insanla bir şarkıcı olarak evlilik yaptığım zaman dünyadaki örneklerle yan yana getirmeye çalıştılar. Aslında yaşadığınız hayatın bir sorumluluğu oluyor size. Bu sorumluluğu taşırken bir takım kurallara uymak zorundasınız. Ben de tam o süreçte bu kurallara uymak zorunda kaldım. Kendimi geri çekmek zorunda kaldım ve işte bu kapalı olma durumunu da “kibir” zannettiler. “Kendini beğenmiş” veya “evlendi de böyle oldu” dediler. Ben zaten hep zor beğenen bir kadındım. Bu konumlandırmaya da çok itiraz edemedim çünkü basına kendimi açıklayamadım. Yapmadığınız, söylemediğiniz şeyler yazılıyor. Bulunmadığınız yerlerde olduğunuz söyleniyor. Dolayısıyla bu bir bedel ve ben de bunu ödedim. Kadın olduğunuz zaman bunu daha çok ödüyorsunuz. Hep bir günah keçisi lazım malum.
Bu konunun kariyerinize de zararı oldu mu sizce?
Kariyerime de zararı oldu. Çevremde benimle bu olayları yaşayan eşim dostum bunu biliyorlar. Susmak çok zor bir şeydir, susmak zorunda kalmak daha da zor. Kariyerimle alakalı o dönem çok inişli çıkışlı bir yola girdim. Sonrasında da yurt dışına gittim zaten, kendimi buldum ve geri döndüm.
O kişiyle evli olduğunuz dönemlerden pişman olduğunuz bir konu var mı? “Keşke kendimi geriye çekseydim”, “keşke şunu yapmasaydım” dediğiniz?
Hiçbir şeyim yok. Fransızların çok güzel bir atasözü var: En rahat yastık rahat bir vicdandır diye. Benim vicdanım son derece rahat.
O evlilik ve boşanma sonrasında iniş çıkışlarınız oldu? Kendinizi, ruhunuzu nasıl tedavi ettiniz? Çünkü siz sadece şarkıcı değil, o zamanlar yıldızı yükselmeye başlayan bir oyuncuydunuz da. Bu alandaki kariyerinizde de iniş başlamıştı.
Çok zor oldu benim için. Ben şarkı söylemek ve oyunculuk yapmak için doğmuşum. En büyük fedakarlığı ben hep mesleğimden yaptım. Özel hayatınız size bir bedel ödetiyor. Ben o zor süreçte yurt dışında okudum. Master yaptım. Kendimi geliştirmek için elimden geleni yaptım. Bu sayede kendimi daha rahat bulabildim. Çünkü yurt dışındaki arkadaşlarım benim çocukluk arkadaşlarımdı. O çevrede çok rahat ettim. Yeniden o içimdeki kadını bulma mücadelesine girdim. Marketten poşetleri taşımak, eve gelmek, yemeğimi kendim yapmak, Türkiye’deki haberlerle alakalı olmamak bana iyi geldi.
12 albüm, 5 single, pek çok konuk olarak yer aldığınız albüm ve bunun yanında Altın Portakal da aldığınız oyunculuk serüveniniz. Bence çok iyi bir oyuncusunuz. Hangisinden daha fazla zevk alıyorsunuz?
Ben ikisini de çok seviyorum. Hayatımdaki büyürkenki idolüm, aynı zamanda da bir gey ikon olan Cher’di. Onun şarkıları ve filmleriyle sakinleştim. Ben de onun gibi şarkı söylemek ve oyunculuk yapmak istiyorum. İkisinden de vazgeçmek istemem.
Peki dizi sektöründen memnun musunuz?
Dizi sektöründen memnunum ama Türkiye’de çok zor. Özellikle set ekibi için. Işıkçısından, kameramanına, set işçisine, bir sürü insan oradan ekmek yiyor ve çok çalışıyor. Çok uzun sürelerle diziler çekiliyor. Türkiye’de suya yazı yazmak gibi bir şey. Kalıcı olmuyor. Benim hayalim sinema. Bu sene iki teklif geldi ama yer alamadım. Çünkü dizi geç bitti ve erken başladı. Ve ben hayatımda ikinci kez aynı yönetmene hayır demek zorunda kaldım
Ferzan Özpetek’le yakın arkadaşsınız. Ondan hiç rol teklifi aldınız mı? Onun en çok hangi filmini seversiniz ve o filmde hangi rolü oynamak isterdiniz?
Ferzan’dan hiç teklif gelmedi ama bugün gel dese gözüm kapalı gider orada yaşarım. En çok “Cahil Periler”i seviyorum en çok ve o filmde baş kadın karakteri oynamak isterdim.
Sizi hep evlilikleriniz ve kurduğunuz ailelerle konuştuk. Elbette olaya ahlakçı açıdan yaklaşmıyoruz ancak Yeşim Salkım bir evlilik kadını mıdır? Tırnak içinde söyleyelim “evlenilecek kadın” mıdır? Neden?
Bu bir seçim oldu ve denk de geldi aslında. Bütün bu ilişkileri yaşarken tutucu olmak zorundaydım zira genç bir kızım vardı. Hayatımı toplumun gözü önünde daha dikkatli yaşamaktan yana seçim yaptım o zamanlar. Peki doğru muymuş derseniz? Hiç de değilmiş. Çünkü siz ne yaparsanız yapın, sizi göklere çıkartmayı da yere batırmayı da çok kısa zamanda yapıyorlar. Ben görünürde Türk toplumunun sevdiği “evlilik” müessesine değer vererek, tırnak içinde “Müslüman” ve “Ahlaklı” olan bu toplumun aslında ne kadar ahlaksız olduğunu bütün evliliklerimde gördüm.
Son evliliğimden önceki olan evliliklerimi yapmazdım. İnsanlar birbirlerini tanıyamıyormuş, onu öğrendim. Tanısanız da 25-26 sene sonra boşanabilirsiniz. Yani aslında evlilik kurumu insan doğasına pek uymuyor galiba. İnsanlar bir şekilde sıkılıyorlar ve birbirlerini kandırarak aynı çatı altında yaşıyorlar. Mesela adam 25 senedir evli ve aynı zamanda eşcinsel ancak karısına söylememiş. Karısı da göz yumuyor mesela. Bu ne kadar ağır bir şey… Toplumun kuralları yüzünden adam veya kadın gidemiyor.
O kadar çok şey okudum ve gördüm ki, bu ahlaki yapının altında. Kadın cinayetleri ve çocuk tacizlerinin kol gezdiği bu toplumda sürekli “evlilik kutsaldır” dayatmasını görüp diyorsun ki “Bu bir yalan…” Eğer bana “bunca yıldan sonra şimdi mi ayıldın?” derlerse “Evet şimdi ayıldım” derim. İnatçı bir yapıya sahibim. “Onlar beceremedi ben yapacağım “ dedim dedim ve al işte bu oldu…
Yakın zamanda sizi çok yakıştırdığımız ve çok mutlu olduğunuzu düşündüğümüz evliliğiniz sona erdi. Ne oldu da bitti?
Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Bunu adlandıramadım. Belki o yüzden bu kadar üzüldüm ve kırıldım. Çünkü bu sefer ben hakikaten hayatımın filminin mutlu sonla bitmesini istemiştim.
Türkiye’deki LGBT hakları konusunda düşünceniz nedir? Sizce LGBT bireyler eşitlik konusunda Türkiye’de neredeler?
Daha kadın ve insan haklarını bile konuşamıyoruz aslında. Türkiye’deki insanlara bir şey dayattığınız zaman ters tepiyor. Türkiye’de insanların haklarının olmadığını düşünüyorum. İnsan haklarının olmadığı bir yerde insanlar LGBT hakları üzerine yorum yapamıyorlar. Ne yapılmalı? Çok okunmalı, çok düşünülmeli. Ahlak nedir onu bir öğrenebilirsek ondan sonra bir takım haklar üzerinde konuşabileceğiz. Çünkü tek konuşulan “belden aşağı” konular. Dünyada da bu böyle. Artık sadece cinsellik üzerine konuşuluyor. Bunun olduğu yerde insan hakkının konuşulmaması normal.
Ama sanırım burada bir Niran Ünsalvari bir söylem yok değil mi? Hani cinselliğin sanatta yer almasına karşı değilsiniz?
Yok asla. Ben zaten hep özgürlüklerden yana bir insanım. İnsan dilediği ve istediği gibi yaşayabilir. İsteyen başını örtsün, isteyen poposunu açsın bana ne? İsteyen istediği gibi yaşasın. Herkes kendi kapısının önünü süpürsün. Bir takım hakları vermeyi de sadece devlete mal etmeden herkeste aynı bilincin oluşması lazım.
Türkiye’de LGBT haklarından bahsediyoruz ama konuştuğumuz gibi Türkiye henüz kadın hakları açısından da çok geride. Güçlü imajınıza rağmen şiddet gördünüz ve aldatıldınız mı? Buna karşılık verdiniz mi?
Evliliklerimde çok aldatıldım. Şiddet de gördüm, karşılığını da verdim. Çok kül tablaları patladı kapılarda. (Gülüyor)
Şu anda yetişkin bir kızınız ve bir de 4 yaşında başka bir kız çocuğunuz var. Çocuklarınızdan birisi size eşcinsel olduğunu söylese tepkiniz ne olur? Ne yaparsınız?
Oturur konuşurum onunla. Ne hissettiğini, ne zaman hissetmeye başladığını sorarım. Çocuğumu alıp doktora götürmem kısacası. Çok erken yaşta bunu fark ettiyse, bir şekilde ona ulaşmaya dokunmaya çalışırım ve ona nasıl yardımcı olabileceğimi düşünmeye başlarım. Annelik böyle bir şeydir zaten bence, çocuğunuzu her şart ve koşulda kabul etme durumudur.
Ailelerin çocuğuna bilgisizliğini dayatması söz konusu. Amerika’da da bu 30-40 yıl önce hastalık olarak kabul ediliyordu biliyorsun. Ama şu an geldikleri seviyelere bir bakın. Eşcinsel evlilik yasallaştı. Bu hem bilgi hem de sevgi ile alakalı bir şey.
Ben iki hamileliğimde de çocuklarımın cinsiyeti öğrenmek istemedim. “Kız olsun ya da erkek olsun hiç önemi yok” dedim. Hayatta da böyle bir duygu ile yaşıyorum. İnsanoğlunun toplumsal cinsiyete göre yaşadıkça adım adım yok olduğunu görüyoruz. Çocuklarımın hayatını kolaylaştırmak üzere bir hayat kurmam gerekiyor. Dışarıdan onun yaşayacağı bir saldırıda dimdik durabilmek için önce benim güçlü ve bilgili olmam lazım.
Evlilik ve kadın-erkek ilişkileri konusunda artık sizi uzman olarak görebiliriz
Yok canım. Uzman olsam bu kadar boşanır mıydım? (Gülüyor)
Yine de bu kadar evlilik yapmış birine sormak isteriz; Eşcinsellerin evliliği konusunda ne düşünüyorsunuz? Bu kadar evlenmeye heveslenmesek mi acaba nedir?
İnsanoğlunun doğasında beraber yaşam duygusu var. Birine “O benim eşim” veya “O benim partnerim” deme duygusu var. Beraber bir yüzük takmak veya bir pastayı beraber yemek gibi ritüellere özenmek de mümkün. Elbette buna özenen herkes bu ritüelleri yapmalı ama kurum olarak evliliğe fazla takılmamak gerekiyor, kendi adıma bunu anladım. Eğer insan kalben bağlı değilse hem heteroseksüel hem eşcinsel evlilikleri başarısızlıkla sonuçlanabilir. Bu yüzden iki tarafın da birbirini anlayıp seveceği “yol arkadaşlığı” önemli. Bir yola çıkarken yanınıza kimi aldığınıza dikkat edin sizi yarı yolda bırakabilir.
Sizi LGBT Onur Yürüyüşlerinde görmek isteriz…
Ben bu senekine gelemedim. Ramazan sebebiyle oruçluydum ve sıcak havada sokakta gezinmek istemedim ama yazdım Instagram’dan ve çok destekledim. Tüm LGBT bireylerin koşulsuz şartsız hep arkasındayım.
Eşcinsel olup da LGBTİ Onur Yürüyüşünde sesini yükseltmeyen ünlüleri ikiyüzlü buluyorum açıkcası. Sen neysen osun. Hani bu saatten sonra olmaz da, cinsel yönelimim değişirse bunu alenen açıklarım. Bundan da hiç korkmam.
GZONE DERGİ’NİN 1. YAŞ ÖZEL EYLÜL 2015 SAYISINDAN, AŞAĞIDAKİ BUTONLAR ARACILIĞI İLE ÜCRETSİZ OKUYABİLİRSİNİZ..