Özel hayatımızdan da tanıdığımız, pozitif enerjisiyle ve DJ’liğiyle bizleri mutlu eden Gülbahar Kültür, “Bir Yangının Külünü” kitabıyla raflarda. Önümüzdeki günlerde GZONE’a da konuk edeceğimiz Gülbahar Kültür, bugün Hürriyet’te Ayşe Arman’a ropörtaj vermiş.
İşte bu ropörtaj:
İşte karşımda Gülbahar Kültür…
Türkiye’de dünyaya gelmiş Alevi bir kadın. 36 yıldır Almanya’da yaşıyor. Tüm eğitimini orada almış. Dünya müziği konusunda uzman bir radyocu ve DJ. Birçok derleme albümü var. Aynı zamanda edebiyatçı. Şair ve yazar.
‘Bir yangının külünü…’ onun Türkçe yayımlanan ilk romanı, Güldünya Yayınları’ndan çıktı. Arife ile Canan’ın, ‘ben’ ile ‘öteki’nin, aşk ile ayrılığın, can ile tenin öyküsünü anlatıyor.
İnsan DJ-yazar olunca böyle oluyor işte, bu romanı okurken, dinlenecek şarkılardan bir liste de hazırlamış
Sizi tanıyalım…
-36 yıldır Almanya’da yaşayan bir Türk’üm. Türk müyüm, Alman mıyım, gerçi onu da artık bilmiyorum. Sanırım ikisiyim. İki dilde de ben ‘evim’deyim. İki dilde de kitaplar yazıyorum. Bütün eğitimimi orada aldım. Alman Dili ve Edebiyatı okudum. “Edebiyatçıyım” demek çok iddialı olur ama yedi roman yazdım. Aynı zamanda DJ’yim. Müzik, bir diğer aşkım.
Almanya maceranız nasıl başladı?
-Karadenizli bir ailenin büyük kızıyım. Orduluyuz biz. Ama 14 yaşıma kadar kardeşlerim ve annemle İstanbul’da yaşadık. Babam, Bremen’de işçi olarak çalışıyordu. Her sene, “Bu yıl kesin dönüş yapacağım!” diyordu ama bir türlü o gün gelmedi. Ben 14’ken, “Gelin burayı görün, sonra birlikte döneriz” dedi. Maaile gittik. Gidiş o gidiş!
N’aptınız orada?
-Önce dilsiz oldum! Bir gram Almanca bilmiyorum. Öğrenmeye de niyetim yok, nasıl olsa döneceğiz zannediyorum. Üç yıl sonra fark ettim ki, döneceğimiz falan yok. “Bir yerden oradaki hayata adapte olmam gerekiyor” dedim ve Almanca kurslarına gittim. İki-üç sene geriden takip ettim. Ama liseyi bitirdim, derken üniversiteye girdim.
Uyum sağladınız mı Almanya’ya?
-Tabii ki. Bir ülkenin diline hâkim oldukça, kültürünü tanıdıkça, insanlarını anlıyor ve seviyorsunuz.
Anne-baba?
-Babam birkaç sene önce emekli oldu. Gidip geliyorlar. Ne sürekli orada olabilirler ne de burada. Biz hepimiz çift kişilikli gibiyiz!
Farklılığınızı ne zaman hissettiniz?
-Sadece cinsel yönelim olarak değil, her açıdan farklıydım ben. Dik- kafalıydım bir kere. Gözüm karaydı. Kimseye boyun eğmeyi sevmezdim. Tuttuğunu koparan, izin verilmese de istediklerini yapan biriydim. Her şeyi göze alırdım. Sonucu ne olursa olsun.
Özgür, bağımsız, kendine güvenen ve asi bir ruh…
-Aynen öyle! Benim ruhum böyle. Ne istiyorsam hep yaptım. Bizim toplumumuzda, kendini ifade edebilen, özgür, bağımsız ve cesur olan kızlara ‘Erkek Fatma’ denir ya, çünkü bu kavramlar daha çok ‘erkeklik’le özdeşleştirilir. Ben de öyleydim. Babam hep, “Sen erkek olsan yanmıştık!” derdi. Erkekler diledikleri gibi yaşayabiliyor, kızlarsa sürekli baskı altında. Bizim gerçeğimiz bu. Ben bunu reddeden biriydim, o yüzden de erkek Fatmalığa yakıştırılmıştım. Bir kız çocuğu bunları yapamaz, ancak bir ‘Erkek Fatma’ yapabilir!
Peki cinsel yönelim…
-“Şu tarihten, şu yaştan sonra…” diyemiyorum. Ama kendimi bildim bileli kadınlardan hoşlandım.
Peki kadınlara ilgi duyduğunuzu fark ettiğinizde ne hissettiniz?
-Tabii ki bir şaşkınlık yaşıyorsun. Kendi içine kapanıyorsun. “Bende bir yanlış var ama ne?” diyorsun. Bütün dünya sana karşı gibi hissediyorsun. Almanya’ya taşındığımız dönemde, epey bocaladım. Ama sonra içimde kopan fırtınaları çözemeden baktım ki âşık olmuşum! Ama benim ait olduğum çevrede bırak bir kadınla aşk yaşamayı, bir erkekle yaşaman bile zor. Müthiş bir baskı altındasın. Sana dayatılan şu: Ancak çevreden bir erkekle birlikte olabilirsin, o işin sonu da bellidir, nişanlanırsın, sonra da gider, evlenirsin. Şimdi böyle bir ortamda sen bir kıza âşık olmuşsun!
Sonuçları ürkütücü yani…
-Hem de nasıl! Ama toplum yüzünden ürkütücü. Mahalle baskısı olmasa niye ürkütücü olsun? Senin doğan bu. Sana bulaşmasalar sen rahat rahat dilediğini yaşayacaksın.
Peki insanı ne kurtarıyor?
Çıkış ne?
-Aşk! O kadar güçlü bir duygu ki, gözün hiçbir şeyi görmüyor, dere tepe düz gidiyorsun. En azından benim için öyle oldu. Ama başkalarını bilemem. Cinsel olarak kadınlardan etkilendiğini ömür boyu saklayan kadınlar var. Lezbiyen olduğu halde, evlenip çoluk çocuğa karışanlar var. Bense hep kalbimin peşinden gittim. Ve çok güzel aşklar yaşadım. Bu kitapta da iki kadının birbirine duyduğu aşkı anlatıyorum.
Bu romanı yazmanızın özel bir sebebi var mı?
-Özel ya da genel benim anlatmak istediğim aşkın kadını erkeği yoktur… Aşk, aşktır! Bir erkekle kadın arasında yaşanan sorunlardan farklı değil iki kadın arasında yaşanan sorunlar. Aynı dertler, aynı kavgalar, aynı kıskançlıklar…
Sizin erkeklerle aranız nasıl?
-Çok iyi. Onlar kankilerim. Bir sürü erkek arkadaşım var, çok rahatım. Ama onları cinsel olarak ilginç bulmuyorum. Onlardan heyecan duymuyorum. Onları görünce baştan çıkmıyorum. Ama kadınlar öyle mi? Kadınları çok sevilesi buluyorum.
Ailenizin tepkisi ne oldu?
– Hiçbir zaman konuşmadık bu meseleyi. Onlar tutucu bir çevrede büyümüş. Benim yetiştiğim ortam da bu tür şeylere hoşgörüyle yaklaşabilecek, “Senin hayatın evladım. Sonuna kadar desteğiz!” diyecek insanlardan oluşmuyordu. E bir dönem bocalıyorsun. Kimden yardım isteyeceğini bilemiyorsun. Bir de üstüne âşık oluyorsun. Al sana! Ama aşk senin aynı zamanda çözümün, kurtarıcın…
Nasıl yani?
-Çünkü sadece o aşkı nasıl yaşayabileceğine konsantre oluyorsun. “Bu aşkı nasıl gerçekleştirebilirim” diyorsun. Kafan başka hiçbir şeye çalışmıyor. Ve aklın aksini kabul etmiyor. O kadar güçlü bir duygu ki aşk… Bütün sorunları bertaraf etmek için uğraşıyorsun. Yeter ki sevdiğine kavuşabil. O duygunun peşinden gidiyorsun. Ve hayatı bir şekilde ikiniz için organize ediyorsun. Ben hep aşklarımın peşinden gittim, kulaklarımı çevreye tıkadım. Ama tıkamayı beceremeyip, kendi özünden uzaklaşan insanlar var. Benimse depresyona bile girecek lüksüm yoktu. Zamanım da yoktu. Hâlâ yok…
Yine de siz Almanya gibi ülkede tüm bu sorunlarla cebelleştiniz. Ya Türkiye’de olsaydınız?
-Almanya tabii ki bu konuda daha toleranslı bir ülke. Türkiye’de hayatım çok daha zor olurdu. Bu ülkede her konuda azınlık olmak zor. Özellikle son dönemlerde, “İyi ki Almanya’da yaşıyorum” diyorum. Ama tabii buradan da kopamıyorsun, o da başka bir mesele…
Lezbiyen olduğunuzu öğrendikten sonra kardeşlerinizin tepkisi ne oldu?
-Bu, beni farklı bir insan yapmıyor ki. Onlar beni ben olarak seviyorlar. Erkek kardeşime açıldığımda haliyle biraz tedirgindim, “Amaaaan abla” dedi, “Ben de önemli bir şey söyleyeceksin zannettim!” dedi. Yani kimseden çok acayip tepkiler gelmedi. Ben gizlemiyorum ama özel olarak da kimsenin burnuna sokmuyorum. DJ’liğimde de edebiyatçı kimliğimde de cinsel yönelimimin bir önemi yok.
Ropörtajın tamamı BURADA