Avrupa aristokrasisi içerisinde, Batı sanatı icra ederek kendini kabul ettirmiş bir Türk olmak hiç kolay bir iş değil. GZONE DERGİ Aralık sayısı için Fransa’da yaşayan dünyaca ünlü Türk balet Utku Bal ile röportaj yaptık. Utku bize özel hayatından Avrupa’da yaşamına kadar her şeyi açık yüreklilikle anlattı. İşte o röportajın tamamı:
Röportaj: Murat Renay
-Balet olmak çocukluk hayalin miydi? Bugünlere nasıl bir süreçten geçerek geldin?
Folklor, tiyatro evde şarkı söylemek, arkadaşlarımla eve gelen misafirlere gösteri yapmak gibi aklına ne gelirse bir şekilde sanatla ilgilenen bir çocuktum. Ancak bale ile ilgilenmek bir yana, balenin ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Ama hayat bana, bale ile ilgili herşeyi daima kendiliğinden getirdi. Kadere inanıyorum bu konuda.
Annem benim sanatla ilgili tüm faaliyetlerle ne kadar mutlu olduğumu fark ettiği için, bir gün gazetede Antalya Devlet Opera ve Balesi’nin çocuk balesi ve korosu bölemlerine genç yetenekler aranıyor ilanı görünce ilgilenmiş. Beni alıp, koro için seçmelere götürdü.
Şarkı söyleyeceğim diye beklerken, yere yatırıp vücuduma baktılar, bana dön falan dediler. Ne olduğunu pek anlamadım, heralde şarkı söylerken dans da edeceğiz diye bakıyorlar sanıyorum. Ama o aralar okulda hoşlandığım bir kız da bu secmelere katılmıştı , onu da orada görünce havaya girdim. Sonra eve bir telefon geldi, bale bölümüne seçilmişim.Anneme koro yerine bale seçmelerinin saatini vermişler meğer telefonda! Eee kız da seçilmiş, ben de bale yapmaya karar verdim.
Zaman içinde asıl aşk bale haline geldi. Çocuk balesinde haftada 1 gün bale dersi bana yetmedi, Antalya Lir Kültür ve Sanat Merkezi’ne gitmeye başladım. Ardından konservatuar macerası başladı. Ortaokulun seviyesini vererek direk Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı lise bale bölümünü kazandım. Lise 1 ve 2. sınıfı burada okuduktan sonra lise 3. sınıfta İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarına yatay geçiş yaptım ve üniversiteyi burada bitirdim.
Okuldan mezun olduktan 2 sene sonra Paris’e “Académie Internationale De La Danse”ta 2 haftalık dans eğitimlerine katıldım. O dönemde akademide “1789 Les Amants de la Bastille” müzikalinin seçmeleri yapılıyordu 2000 kişi arasından seçilen 15 kişiden biri oldum. Hem Akademi’de eğitim hem de kadrolu dansçı olma teklifi aldım.
Vize almak ciddi bir sorun oldu maalesef. Paris’te öyle bir teklif hazır beklese bile, Türkiye’den seni alkışlarla yollamıyorlar. Kader yine benzer bir şekilde devreye girdi. Kaderim beni bu kez Paris’te yaşamaya ve bale yapmaya yolladı. Hem 1789’da hem de başka müzikallerde dans ettim, ayrıca akademide oyunculuk eğitimime devam ettim.
Bazı projelerde hem oyuncu hem şarkıcı olarak da görev aldım.
-Dans dışında nelerle ilgileniyorsun?
Müzik bir tutku elbette. Konservatuar yıllarımdan bu yana piyano çalıyorum. Bu konuda daha da çalışmak istiyorum aslında. Oyunculuk eğitimleri benim için bir yandan da kendimle ilgili keşiflere çıktığım bir tür hobi. Kendimi farklı farklı karakterlerle ifade etmek keyifli. Bale, vücudun tüm kaslarını kontrol altında tutmayı öğrettiği için, daha normal ve rahat bir formasyon olarak, biraz daha sakin bir spor gibi geliyor bana oyunculuk. Günde en az 8 saat dans ediyorum. Ama birkaç gün dans etmeyecek isem mutlaka koşuyorum. Bisiklete biniyorum.
Dinlenme yöntemim ise gerçekten “hiçbir şey yapmamak”. Bazen birkaç gün evden hatta yataktan çıkmadan kendimi film izlemeye vererek dinlendiriyorum. Buna ancak birkaç ayda bir vakit buluyorum. Ama inan çok iyi geliyor. Bu sırada da en çok pasta ve çikolata ile ödüllendiriyorum kendimi. Biliyorsunuz Fransız mutfağı da bu konuda bir harika!
Paris’teki tüm müzikal ve dans gösterilerini izlemeye çalışıyorum. Sinemaya gitmek de keyif aldığım bir dinlenme yöntemi. Son 2 senedir Paris’te yoğunlaştırılmış bir şekilde oyunculuk dersleri alıyorum. Vakit buldukça da buradaki akademide de piyano derslerine katılıyorum.
-Türkiye’de baletliğin yeteri kadar anlaşılabildiğini düşünüyor musun? Sadece balet olarak Türkiye’de var olabilmek mümkün mü?
Bu da bir meslek. Genel algının tam tersine baletim dediğimde tuhaf tepkiler görmüyorum açıkçası. Ne ben ne de ailem garip bir yorumla karşılaşmadık bugüne kadar. Belki çevremin beni zaten başka bir şey olarak hiç görmemesinin de etkisi vardır elbette. Ama bence sorun haline gelmesini isteyen bir kesim var sadece. Yoksa bu da bir sanat dalı, bir meslek. Özellikle iyi ya da kötü değil!
Zor bir süreç yaşıyoruz, belki kavramlar yeniden yerine oturuyor. Pek çok konuda alışkanlıklar değişiyor. Ama dünyada hem bale hem de pek çok başka sanat dalında Türk olarak çok isim yer alıyor. Inan Paris’te zaman zaman tuhaf sorularla karşılaşsam da arkadaşlarım, o her zaman sorulduğu varsayılan soruları sormuyorlar bana. Ben iyi bir örneğim nihayetinde onların gözünde.
-Balet figürünün feminenlikle özdeşleştirilmesi hakkında ne düşünüyorsun?
Yaptığımız dans, tamamen estetik üzerine kurulu. Erkekliği sembolize eden dünya üzerindeki genel tüm algıların dışında bir dili var. Bu nedenle feminen algılanması çok normal. Çünkü evrensel bir algının tam tersi bir vücut dili kullanıyoruz bir bakıma.
Ama bu nihayetinde bir koreografi ve sahnede büründüğümüz bir rol. Tabii ki hiçbirimiz özel hayatımızda o kıyafetlerle ve figürlerle kahve almaya gitmiyoruz. Öyle olsaydı tuhaf olmaz mıydı?
-Seni birçok sanatçının klibinde ve sahnesinde izledik. Kimlerle çalıştın? O dönemlerle ilgili anıların var mı? En severek çalıştığın şarkıcı hangisi oldu?
Liste çok kabarık! Ajda Pekkan, Bengü, Kenan Doğulu, Serdar Ortaç, Hepsi, Demet Akalın, Gülben Ergen, Nilüfer,Deniz Seki, Burak Kut, Meyra, Funda Arar, Kubat, Serkan Cağrı, Betül Demir, Ziynet Sali, Enbe Orkestrası, Hande Yener, Halil Sezai, Tan, Sinan Akçıl. Kimi isimlerle uzun süre çalıştık, kimileriyle birkaç projede.
Pekçok önemli firmanın özel geceleri için de özel koreografiler ve sürprizler hazırladığım dans çalışmaları yapıyorum. CnnTürk’ün tamamen yabancı misafirleri için hazırladığı bir davette flashmob gösterisi hazırlayıp, ekran yüzlerine de dans dersi vermiştim. Konuklar, CnnTürk ekranındaki yüzleri birden bir dans show sergilerken izlemiş, çok şaşırmışlardı. Yaptığım en keyifli işlerden biriydi mesela bu!
Ajda Pekkan’ın Turkcell Kuruçeşme Arena konserlerinden birinde, sahnenin en tepesinden bir halka içinde dans ederek inecektim. Teknik ekip 20 metre yükseklikteki traslara tırmanmaya korktu ve bu işi bir şekilde yapamadı. Günü trasların tepesinde tüm bağlantıları yaparak geçirdim. Akşam da kendi hazırladığım mekanizmaya güvenerek sahneye indim!
Bir başka seferinde, yine Kuruçeşme Arena’da Nilüfer konseri ile Rumelihisarı Demet Akalın –Murat Boz konseri aynı geceye denk geldi. Birinde dans edip, deniz taksi ile diğerine yetişip, oradan çıkıp yine Arena’ya dönerek geceyi kapatmıştım. Adrenalin dolu bir geceydi!
Sıla ile çalışmak biraz daha farklı benim için bunların arasında. Sıla sadece sahneye bir renk olarak kullanmıyor dansçılarını, sahneye bir hikaye ile çıkıyor ve o hikayeyi o, şarkılar ve biz birlikte anlatıyoruz. Aynı zamanda Sıla’nin orkestrası ile olan yakın bağına hayranım. Gerçekten bir aile gibiler. Kısa bir süre için de olsa, onun ekibinde yer alıyor olmak bana cok keyif vermişti.
Benim ailem ve onun ailesinin de bir arada olduğu, hayatımızda iş dışında dostluk da paylaştığımız için Betül Demir de diğer isimlerden biraz daha farklıdır benim için.
Enbe Orkestrası sanırım en çok sahneye çıktığım isim! Behzat Gerçeker dostluğu ile de kıymetlidir. Turkcell Kuruçeşme Arena’da Maria Frangoulis ile verdikleri konserde dans etmek benim için keyifli anlardan biridir mesela. Konseri hem annem izlemişti, hem de Kemal Kılıçdaroğlu. Aynı gece annemden, Sayın Kılıçdaroğlu’ndan ve Frangoulis gibi bir dünya starından dansımla ilgili övgü almış olmayı unutamam!
-Şu anda Paris’te yaşıyorsun. Uluslararası Cezayir Dans Festivali’nde bir Türk olarak Fransa’yı temsil ettin. Bu nasıl gerçekleşti?
3 yıldır Paris’te yaşıyorum. Burada bir çok dans grubu ile çalışıp birçok müzikal,defile ve özel gösteride yer aldım. Cezayir’deki dans festivali de bunlardan sadece biri. 2 senedir beraber çalıştığım koreograf Lamia Safieddine bu seneki Uluslararası Cezayir Dans Festivali’ne benim de içinde bulunduğum daha önceden de bir çok ülkede yapmış olduğumuz ve seyirci tarafından büyük ilgi gören “A Corps et a Cris” adlı eseri ile katıldı.
Benim için inanılmaz bir gururdu. Bir Türk dansçı olarak Fransa’yı temsil eden ekibin içinde yer aldım. Gösteri harika geçti ve seyirci tarafından ayakta alkışlandı. Bu gösteri ile 2 ay sonra Avrupa turnesine çıkıyoruz. Gösterilerimi Facebook ve Twitter’dan duyuruyorum düzenli olarak.
Paris’teki projeler devam ederken, birkaç farklı proje için Türkiye’ye de gelip gidiyorum.
Aslında 3 yıldır özel projelerde sahneye çıkmaya sık sık geldim zaten. Şimdi buradaki ve İstanbul’daki ajanslarım ile hayatımı tam olarak hem Paris hem İstanbul’da yürüteceğim bir sistem üzerine çalışıyoruz. Üstelik edindiğim tecrübelerle bir süre kendi ülkemde bir projede yer almak beni çok mutlu edecek.
-Türkiye’deki LGBT hakları konusundaki düşüncen nedir? Yurt dışını da değerlendiren biri olarak neler söyleyebilirsin?
Özgürlüklerimiz bir başkasının özgürlüğü ile sınırlı. Yaşamın her alanında. Ama maalesef tüm dünyada pratikte bu. Hayal ettiğimiz, olması gerektiği gibi yürümüyor. Türkiye’de bu konuda yaşananlar elbette uzaktan bakınca daha çok üzüyor insanı. Ama biliyorsunuz, dünyanın hiçbir yerinde de kolay değil. Fransa geçen yıldan bu yana eşcinsel evliliğe izin verilmesini, sokaklarda neredeyse çatışmaya varan yürüyüşlerle tartıştı. Orada da burada da bu kadar tartışmasak, herkesi seçimini yaşamakta özgür bırakabilsek keşke. Kimse cinsel kimliği nedeniyle hayatında tercihler yapmak, ötekileşmek zorunda kalmamalı.
GZONE DERGİ’Yİ MOBİL CİHAZINIZA İNDİRMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ BAĞLANTILARI KULLANABİLİRSİNİZ: